Üstteki iki resmi bir zamanlar evimin bulunduğu
yerden çektim. Zamanın bayan belediye başkanı haber vermeden "tehlike
arzediyor" gerekçesiyle evimizi yerle bir etti. Köyde o kadar çok "tehlike
arzeden" evler vardı ki (ve hala daha var), benim ev gibi bir kısım
evlerin sahiplerine sorulmadan yıkılması saygısızlığın ve yasa
tanımazlığın acı bir örneğidir.
Evimden tek kalan köşe, resimde de görüldüğü gibi babamın özenle
yaptırdığı hamamın kubbesi. Kışın sıcacık hamamda yıkanmak bizler için çok
hoş bir olaydı. Kazandaki yüksek sıcaklıktaki suya atılan lazmarinin
kokusu, hamamın içini dolduran buhar insanı oldukça rahatlatan özelliğe
sahip olsa gerek. Girip yıkanmaya başladınız mı çıkmak istemediğiniz
bir ortamdı hamam. Genelde Cumartesi günleri yakılırdı hamamın altı. Bizim
ev halkı yanında dayımlar, amcamlar da paylaşırdı hamamımızı. Hatta
komşular bile zaman zaman gelip hamamın altını yakar onlar da bu olanaktan
yararlanırlardı. Sıcak ve buharla dolu hamamdan çıktıktan sonra soğukluk
dediğimiz küçük bir bölüme geçer orda kurulanır, giyinir,
ferahlardık. Oldukça sıcak
bir ortamdan serin bir ortama çıkmak insana bir başka rahatlık duygusu
verirdi. O zamanlar nedenini bilmediğim bir alişkanlığımız vardı: Giyinir
giyinmez bir süre daha soğuklukta kalıp portakal yemek. Şimdi düşünüyorum
da bunun nedeni vücudun hamamda iken terleme youluyle kaybettiği su
miktarını tekrardan kazanmak için olsa gerek diyorum. Soğuk soğuk yediğim
o portakalların tadını hala daha unutamadım.
Bu resmleri çekerken içim öylesine acı ile doldu ki, boğazım düğümlendi
gözlerim yaşla doldu. Bir süre birşeyleri ararmışım gibi etrafa dikkatlice
baktım; ben bu toprağın üzerinde doğmuşum. Vrahtisindeki(bahçe) koca badem
ağacı; incir mevsimi sabahın erken saatlerinde incir toplamak için üstüne
tırmandığım incir ağacı; az ileride kurutulmuş çiçeklerinden çay
yaptığımız mülver ağacı; annemin gülsuyu çıkarttığı kokulu gül; küçükken
yazın serinlemek için su doldurup içinde çırpındığım oldukça büyük
hiperbolik kalaylı kazan; tavanı yüksek kemer odamız; 12 KL sına taksitle
aldığımız büyük kuru batarya ile çalışan Sierra marka radyomuz; nenem ve
dedem de dahil tüm ailem bir anda gözümün önünden bir film şeridi gibi
geçip gitti... Annemin ikindi serinliğinde toplayip yataklarımıza
serpiştirdiği, dizip göğsüne taktığı yaseminlerin kokusunu duyar gibi
oldum. Burada daha fazla durursam oturup cocuklar gibi sesli
ağlayabilirdim. O anki duygularım öylesine karmaşık öylesine yoğundu.
Hasanla, eşim ve ben köyü dolaşmak üzere buradan ayrıldık. Köyün camisini
resimlerken, dönüp bir kez daha eskiden evimin bulunduğu yöne baktım. Az
önce içimi dolduran o derin acıyı tekrar duydum. Hasan ve eşime sezdirmeden
gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerek köyü dolaşmaya devam
ettim.
Aman Tanrım, köy sanki bir deprem felaketi yaşamış ya da savaştan yeni çıkmış gibi. Manzara kahrediciydi.
İçimden "çok yazık oldu...çok" diye geçirmekten kendimi alamadım. Neyse ki
hala daha güzelliğini, sadeliğini, köy karakterini koruyan köşelerine de
rastlayabildik. Restore edilip korumaya alınması gereken tarihi binalara
da rastlamak mümkün.
Gözlemlediğim kadarıyla insanlarımız içtenliklerini, konukseverliklerini kaybetmemişler.
Yolda karşılaştığımız, evlerinin önünden geçerken bizleri içtenlikle içeri
davet eden insanlarımız hep bana eski mutlu günleri anımsattı. Bu
güzellikler, yıkıntıların o çirkinliklerini adeta alıp götürdü.
Fatma ve Hasanın fırın kebabı davetini kabul ederek
Mustakkanın yerine gittik. Kebabı, yine ayni
fırında pişirdiği pirinç pilavı kelimenin tam anlamıyle nefisti. Yemekten
sonra Netice-Süleyman Ağdaçları (Küsler) ziyarete gittik. Netice ve
Süleymanın evleri gayet temiz, güzel ve düzenli. Netice titiz bir ev hanımı.
İkram ettiği kahve de çok güzeldi, zevkle içtik. İtiraf etmeliyim ki
böylesine nefis bir kahveyi hiç bir yerde içmedim. Misafirlikte ya kahve
içmem ya da ikram edilen kahvenin yarısını içerim. Yanlış anlaşılmasın
diye de kahve meraklısı olmadığımı belirtip özür dilerim. Ancak Neticenin
kahvesi için böyle olmadı, çok beğendiğim için sonuna kadar içtim. Eline
sağlık Netice.
Artık ayrılma zamanı gelmişti. Zaten o gün oldukça sıcak bir gündü, bu
nedenle daha fazla gezecek durumda değildik. Karışık duygular içinde
köyden ayrıldık. Karışık duygular diyorum, çünkü hem acı hem de mutlu
duyguları ayni anda yaşadığımı hissettim. Acı duydum, üzüldüm çünkü köy
neredeyse bir harabeye dönmüş. Mutluydum çünkü köylüler konukseverlik,
içtenlik gibi insani değerleri yitirmemişler. Beni en çok etkileyen ve
sevindiren yönleri ise tüm zorluklara ve ilgisizliğe karşın köylerine olan
sevgi ve bağlılıklarını sürdürüyor olmaları.
26 Mayıs 2002. |
|